... ve pembe bulut sardı onları

içi sıcacıktı ve akide şekeri kokuyordu...

koca

larız

kafa

biz

biz

Beşir Fuad

16 Nisan 2014 Çarşamba

Gelecekte memleketin gördüğü ilk pozitivist kalem olarak tanımlanacak olacağımı bilmem mi, yoksa en nihayetinde her nefsin tadacağı o malum şerbetten almak üzere olduğum yudum mu ellerimi buz kestiren.  Hissi kabl el vuku çok yaraşmıyor ömrümü etüt ettiğim yola pek tabii. Ancak insan son dakikalarını planlarken büyük senaryonun bir adım dışını adımlayarak kendiyle çelişme hakkına sahiptir kanısındayım.  Pek muhterem validem şayet bugünleri görebilseydi ve bir miktar kimya ilmine haiz olsaydı mutlaka derimin altına nüfuz eden klorit kokaine dikkatlerinizi çekmek isterdi. Bilmenizi isterim ki bahsi geçen kimyevi madde ile aramdaki ilişki size aktarıldığı gibi değildir. Gününüze not düşmek isterim. Daha önce pek çok defa kendisinden yardım aldığım gerçeği bu yardımı hedonist bir kaide üzerinde sektirdiğim şeklinde algılanmamalı. Aksi takdirde bu şahsıma edilmiş acımasız bir hakaretten ve filhakika haksızlıktan öteye varmayacaktır. Ayrıca biliniz ki, ömrü hayatımın en hedon anına tanık oluşunuz sizi de bir parça bu ana dair kılar.
Biraz sonra önünde dengede durmamı sağlayan dirseğimin teması dolayısıyla gitgide küçülen çalışma masamın şahsıma sergilemekte olduğu türlü görsel oyunla mücadele etmeyi kesip, üzerinde serili olan sahifelerden birini alıp ölüm anını - anımı / anı’mı yazmaya başlayacağım. Tüm bunları planlamaya devam etmem gerekiyor, tıpkı aylardır en ince detaya kadar, ta ki mükemmel hale gelinceye dek, def'aten yaptığım gibi. Bazılarınıza planlarımdan bahsetme fırsatı bulmuştum, hatırlarsınız. Ancak talihe bakın ki divitimin hoşbeş ettiği hokkanın mürekkebini tüm bu süre boyunca göz ardı etmişim. Talih gerçekten de körmüş.
Şayet az evvel kapımın hemen ardından bana seslenen baldızımı yazdığımı söyleyerek gerisin geri salona göndermemiş ve tabii ki bir de deneye başlamamış olsaydım belki standart bir mürekkep bulma konusunda şansım olabilirdi.
Ancak her ilim-insanı var olunabilecek en talihsiz noktada şanına yakışır bir hamle yapıp deneyin sebatını garanti altına almakla yükümlüdür. Ben de bu yükümlülükler gereği “hani o ölüm anını kendi kanıyla yazan…” şeklinde anılmayı göze alacağım. Tıpkı bundan 38 sene, 2 bin 152 kilometre ötede Sergei Yesenin’in de yapacağı gibi.  
Yoksa kanımı mürekkep edecek olmam gerçekleştirmekte olduğum deneyi epik bir trajedi ile taçlandırma çabası olarak mı göründü sizlere? Alın size bir haksızlık daha. Kanını mürekkep edecek şairin saçını süpürge etmiş ve tabii ki tarihe “pozitivist şairin delirerek ölen anası ” olarak geçmiş, tarihimin en nevrotik anası! Duyuyorsun değil mi? Sevgili oğlun ömrünün son dakikaları ve de deneyinin tam ortasında midesinden dizlerine döküle yazan organlarına göstermesi gereken dikkati haksızlığa uğramışlığına çare arayarak geçiriyor.
------

Talih pek de kör sayılmaz.  Serbest dolaşımlı organik mürekkebim tahminimden çok daha iyi sonuç veriyor.

'Ameliyatımı icra ettim hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.' 

Infix PDF Editor Bir Harika Dostum!

4 Şubat 2014 Salı

Infix PDF editörünün deneme sürümünü yaklaşık 2-3 gündür kullanıyorum. Bundan daha önce PDF formatındaki katalogların, dokümanların İngilizce-türkçe ya da Türkçe –İngilizce çevirilerini yaparken adobe illustrator, open Office ya da adobe acrobat pro extended kullanıyordum. Ama dürüst olmak gerekirse revizyonları yapmak, ki bu bazen komple metni ya da görselleri değiştirmek, eklemek manasına geliyor, bu programlarda hiç de pratik değildi. Metin çoğu zaman formunu kaybediyor, harf harf değiştirmem gerektiği bile oluyordu. İşte tüm bu sıkıntılar dolayısıyla girdiğim arayışta Infix PDF editörü ile karşılaştım. Infix PDF editörde tüm bu handikaplar elemine edilmiş. Son derece basit ara yüzü sayesinde tıpkı basit bir word belgesi gibi ve son derece hızlı bir şekilde yapabiliyorum. Üstelik Infix PDF editörü bilgisayarı da programın kendisini hantallaştırmadan, ağırlaştırmadan istediğim gibi çevirilerimi yapabilmeme olanak tanıyor. Infix PDF editörü ile hızlı, pratik ve orijinal formu bozmadan kataloglarımı istediğim dile çevirmek benim için artık çok kolay. Şayet siz de bu tarz bir program arıyorsanız Infix PDF editor tam size göre. Aşağıdaki linkten deneme sürümünü indirip üretmeye hemen başlayın! http://www.iceni.com/

Konya ve Somatçı Fihi Ma Fih

7 Mayıs 2013 Salı

Hem Mevlana'yı hem de Şems'i ziyaret etmek hem de konya/selçuklu mutfağına yakından bakmak amacıyla geçtiğimiz hafta sonu konya'ya uçtuk. aslında ilk başta iş gezisi olması gereken bu seyahat, çekimlerin ertelenmesi ile tamamen gezelim - görelim konseptini aldı.

Değil Konya'ya Ankara haricinde başka hiçbir iç Anadolu kentine daha önce gitme şansım olmadığı için seyahat öncesinde oldukça heyecanlıydım. Uçakta cam kenarına konuşlanıp kuş bakışı bozkırın ne demek olduğunu anladığımda bu zamana kadar okuduğum tüm şiirler, romanlar ve dinlediğim şarkılar/türküler ve içlerindeki betimlemeler yerine oturdu. Uçuşun sonunda kaptan pilotun sevgili yolcularıymışız ki sayesinde Konya turu daha havadayken başladı. Bu düm düz bir masaya serilmiş kareli bir örtü gibi yerleştirilmiş kent, cetvelle çizilmiş gibi düm düz yolları ve monopoly oyununu andıran kutu kutu ve düzenli binaları ile daha önce hiç bu kadar düz bir yer görmediğimizden olsa gerek bizi oldukça şaşırttı.

Kocam'la en sevdiğimiz şey daha önce hiç gitmediğimiz bir yerde kaybolmak. Kaybolurken şehri tanımak, her şehrin içinde barındırdığı, gizlediği ironileri fark edip, burun kıvırmadan, ötekileştirmeden anlamaya çalışmak ve her metropol vatandaşının özlem duyduğu ve bir yerde de en büyük kompleksi olduğu naif hayata az da olsa dokunabilmek. Yemek yemenin mutlulukla bir ilgisi olmalı mottosuyla yaşayan insanlar olarak daha önce hiç gitmediğimiz yerlere gidip, o mahalin kendine öz lezzetlerini sokak aralarında aramak, tatmak, keşfetmek de en büyük hobimiz.

Konya'ya gitmeden önce yaptığımız ne yemeli araştırmalarında iki üç isim dikkatimizi çekmişti. Bunlardan biri etli ekmek için işaret edilen "havzan" diğeri de mevlevi yemeklerinin sunulduğu somatçı fihi ma fih adlı restorandı. Turistik işletmelerden oldum olası kaçtığımız için, kıyıda köşede kalmış, çok fazla tanınmayan ama lezzeti kulaktan kulağa yayılan yerleri tercih ettiğimizden ne olur ne olmaz diyip, konya'da karşılaştığımız esnafa, yerel halka her fırsat bulduğumuzda sorduk nerede ne yenir diye.

Havzan konusunda yanıldığımızı ve etli ekmeğin bolu lokantasında yenmesi gerektiğini de bu şekilde öğrendik.  Mevlana türbesine giden yolda mevlana caddesini dikine kesen bir sokakta yer alıyor bolu lokantası. fayans döşeli duvarları ve sıkışık nizam masaları ile tipik bir esnaf lokantasını andırıyor. Daha görür görmez lezzet için doğru adreste olduğumuzu anladık. içerisi kelimenin tam anlamıyla tıklım tıkış. herkes etli etmek yeme derdinde, kimileri de mevlana pidesi sipariş ediyor. mevlana pidesini deneme şansımız olmadı ama etli etmek dediğin nedir ki, bildiğimiz pide diyen bizler oldukça utandık. artık pide de neymiş bolu lokantası ve etli etmek varken diyoruz. diğerlerinin aksine burada etli ekmek metrelerce değil, kesilmiş ve üst üste dizilmiş şekilde ve taze turp eşliğinde servis ediliyor. Garson bizi bir masaya iliştirdikten sonra direkt "bir mi bir buçuk mu" diye sordu. cevabımız biraz gecikince" nereden geliyorsunuz siz" dedi. İstanbul cevabını alınca da, "ben size 1'er porsiyon vereyim yetmezse daha getiririm dedi". yediğimiz 1'er porsiyon etli etmek daha saat 2 civarı olmasına rağmen neredeyse tüm gün tok gezmemize yetti. İstanbul'da yediğimiz etli ekmeklerin de etli ekmek olmadığını anlamış olduk. hamuru pide hamurundan biraz daha kalın, dışı gevrek, içi yumuşak ve iri buğday unuyla yoğrulmuş bir hamuru var. üzerindeki bıçak kıymasının da lezzeti çok farklı. Sanırım biz istanbul'da et diye başka bir şey yiyoruz.

Konya ile ilgili olarak değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var. O da şehir gerçekten tertemiz. İnsanları yardım istediğinizde ya da bir şey sorduğunuzda kocaman bir gülümseme ile tüm sinirlerinden arınmış bir şekilde size yardım ediyor. Hele ki bir adres soracak olsanız ellerinde olsa atla sırtıma götüreyim diyecekler neredeyse. Tabii bir de öteki yüzü var. Ama bu yazıda kötü şeylerden, Mevlana'nın mirasına ters düşen ve değil Konya, dünyanın her yerinde karşınıza çıkabilecek, her beşer şaşar insan gibi burada da karşılaştığımız şaşmış insanların tavırlarından bahsetmeyeceğim. Din ile yoğrulmuş ve dinin hayatın merkezinde yaşandığı bir şehir Konya. Bu kadar genel bir tavır söz konusu ise, bu demektir ki burada yaşayan insanlar bu şekilde mutlular. Dışarıdan gelmiş biri olarak da bu durumu yadırgamak bir yere kadar doğal olabilir ama eleştirmek son derece yanlış olacaktır.

Cumartesi gününü Mevlana müzesi, Şems'in Konya'daki makamı, Alaaddin tepesi ve hemen hemen her köşede karşımıza çıkan gerek selçuklu gerekse osmanlı döneminden kalan camii ve kutsal mekanları gezmeye ayırdık.

Pazar günü de önce Mevlana civarında bulunan ve şehrin ara sokaklarını dolduran eski çarşıyı gezdik. Gezmekten yorulunca karnımız biraz daha acıksın diye vakit geçirmek için daha önce methini duyduğumuz ama gezerken çat diye karşımıza çıkan "hiç kahvehanesine" girip biraz soluklandık. Burası taksimde sıklıkla karşılaşabileceğiniz türden bir cafe. ama şayet Konya'da iseniz farklı atmosferi ve işletmecilerinin aydın tavrı ile benzeri olmayan mekan. Kahvelerimizi içtikten sonra somatçı'ya doğru yola çıktık.

Şu anda sorsanız konya dendiğinde aklımıza gelen ilk isim somatçı. ve sanırım bundan sonra et dediklerinde aklımıza gelecek ilk isim de yine somatçı olacak.

kapıdan içeri girer girmez son derece içten ve kibar bir tavır ile bizi karşıladılar. normalde rezervasyon gerekiyormuş ama şansımıza biz gittiğimizde mekan oldukça sakindi ve beklemek durumunda kalmadık. şef garson ibrahim bey bize menüyü vermeden önce sirkencübin ikram etti, kendisine boş ve sorgular gözlerle baktığımızı farkedince de gülümseyerek, size hepsini anlatacağım, izin verin ilk önce sirkencübin nedir onu anlatayım dedi ve o an itibariyle lezzet şöleni başladı.

sirkencübin selçuklu/mevlevi mutfağında yeri olan bir tür şerbet. içinde sirke ve bal var. yemekten önce içildiğinde iştah açıyor, yemekten sonra içildiğinde ise hazmı kolaylaştırıyor. dudağınızı bardağa değdirdiğiniz anda bir ferahlama ve yenilenme hissi doluveriyor içinize. bir nevi midenin kapısını açmaya yarayan anahtar olarak adlandırılabilir.

bu sunum sonrasında menüde bulunan yemekleri anlatmaya başladı ibrahim bey. öncelikle tüm yemeklerin o dönemin koşullarına uygun olarak hazırlandığını söyledi. Bu da özetle yemeklerde salça, sıvı yağ, soğan ve patates yok, yemiş ve kuru yemişlerle lezzetlendirilmiş etler ağırlıkta anlamına geliyor. sonra ekledi, "bizim yemeklerimiz bizzat şef aşçımız ve işletmemizin sahibi Ulaş Tekerkaya tarafından hazırlanmaktadır". Sonrasında  Ulaş bey ile de tanışma şansımız oldu. Kendisi Türkiye milli aşçılar federasyonu üyesi, işini aşk ile yapan pırıl pırıl bir beyefendi. kalbindeki güzelliği elinden hazırladığı yemeklere akıtan bir bey. Bilgisini ve tecrübesini, girişimciliği ile birleştiren amatör heyecanını kaybetmemiş bir profesyonel. Bize yaptıklarını anlatırken gözlerinin içinin parlıyor olması ve samimiyeti tüm bunların küçük bir ispatı.

menüdeki her bir lezzeti hakkını vererek tatmak istiyorsanız somatçı'ya bir defa gelmek yetmez. bize yetmedi. İbrahim Bey'in tavsiyeleriyle seçimlerimizi yapmaya çalıştık ama diğer lezzetlerde de aklımız kaldı.

Önden fihi ma fih çorbası ve karamık çorbası ile başladık.
fihi ma fih'in kelime anlamı kabaca "ne varsa içinde", buradan yola çıkarak bu çorbanın o mevsimde hangi erzaklar var ise onları içinde barındıran bir  çorba olduğunu söyleyebilirim. karamık çorbası ise yörede yetişen karamık otu ile hazırlanan bir çorba, otun verdiği ekşi tadı biraz daha arttırmak istediğiniz taktirde limon ile zenginleştirebiliyorsunuz. iki çorbanın da lezzeti tartışmasız çok güzeldi. içerdiği malzemeler hem ayrı ayrı tatlarını dilde bırakırken hem de bir bütün olarak oldukça ahenkliydi.

ara-sıcak olarak ise, menüde ilk bakışta dikkatimizi çeken tarhana kavurmasını seçtik. tarhana'yı bugüne kadar sadece çorba olarak yemiş insanlar olarak kavurmasının nasıl olabileceği konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. işin en ilginç kısmını ise hilal şekli verilmiş tarhana kavurması kireçte domates reçeli eşliğinde masamıza geldiğinde fark ettik. mevlevi sofrasının en ilginç özelliklerinden biri de bu sanırım, tatlı ve tuzlu - acı ve tatlı bir arada. tasavvuf felsefesi ruha gıda olurken, bu felsefe ile yoğrulmuş yemekler mideyi ve dolayısıyla aklı beslemekte.  ibrahim bey tarhana kavurmasının acı olduğunu, ve o nedenle domates reçeli ile birlikte yenip lezzetin dengelenmesi gerektiğini anlattı. şimdi bunları yazarken o anki mutluluğum geldi aklıma.. mutlaka denenmesi gerek.

ara sıcak sonrasında ise ayvalı et ve incirli et tercih ettik. Zor bir tercihti. çünkü menüdeki hemen hemen tüm yemekler ilgimizi çekiyordu. seçim yaparken de en yabancı olduğumuz şeyleri seçmeye gayret ettik. her iki yemek de odun ateşinde, toprak güveçlerde pişiriliyor. soframıza geldiğinde kapların içinden yükselen cızırtılar ve burnumuza dolan aromatik kokuyu anlatmak oldukça zor. Ancak şunu söyleyebilirim; et sevmeyen bir insan olarak kocaman güvecin içindeki en küçük et parçasını bile silip süpürdüm. hayatımda yediğim en yumuşacık ve lezzetli etti. incir ve etin birleşimi, etin bıraktığı suyun incirin tadı ile birleşimi ve karameli andıran yoğun yapısı, çiğnerken incir çekirdeklerinin lif lif etin arasına girip her lokmayı şölene çevirmesi... kesinlikle iyi yemek yemenin mutlulukla bir ilgisi olmalı...

yemek esnasında gül şerbeti bize eşlik etti. özenle hazırlanan ve özel yemekleri yerken yemeğin tadına muhalefet edecek bir şeyler içmenin yanlış olduğuna, lezzeti değiştirdiğine inansam da, içimden bir ses gül şerbeti bu yemeklerle birlikte masada olmalı dedi. bu arada tatlı içeceklerden de çok fazla hoşlanmadığımı belirtmem gerek. tüm bunlar aklımda gidip gelirken, acaba yanlış mı yaptım diye kendimi sorgularken, şerbetlerimiz geldi. bardağı alıp ağzıma götürmeme fırsat bulmadan, masadan yükselen enfes kokuların arasından kendisine bir şekilde  yol bulup burnumun ve aklımın içini dolduran gül kokusunu nasıl tasvir edebilirim bilmiyorum. lokmaların arasında aldığım her bir gül şerbeti yudumu uzun zamandır dilimin üzerindeki varlıklarında bi haber olduğum lezzet sarhoşu tüm algaçlara reset atıp bir sonraki lokmaya hazır hale getirdi. belki de bu sayede her bir lokmanın tadını sanki ilk defa tadıyormuşum gibi hissettim.

yemek sonrasında alışık olunanın aksine lokum yerine kuru incir tanecikleri ile servis edilen türk kahvesi sirkencübin anahtarı ile açılan mide kapılarını usuletle kapatmamızı sağladı...

somatçı fihi ma fih 1,5 sene öncesinde açılmış olmasına rağmen sanki yüzyıllardır orada gibi, sanki kazanları yüzyıllardır kaynamaya devam ediyormuş gibi. güler yüzlü ve sizi mutlu bir şekilde uğurlamaya ant içmiş ekip ne kadar gururlansa az. öz değerlerine sahip çıkan ve bunu aşkla yapan herkes gibi onlar da başarıyı çoktan elde etmiş. bize de bu şöleni karşılaştığımız herkese anlatmak ve yaşadığımız mutluluğu paylaşmak kalıyor.

Mutlaka gidin. yolunuz düşmese de düşürün..

Not : fiyatlar gerek Konya geneli gerekse istanbul ile kıyaslandığında oldukça makul. gördükleri rağbetin sarhoşu olmamışlar ve bu şöleni yaşamak için astronomik bir ücret ödemeye mecbur bırakmamışlar ziyaretçilerini. Ki bizce bu şölenin maddi bir karşılığı olamaz.

Dukan - Gün 114 : Çoğu Bitti Azı Kaldı!!

10 Ekim 2012 Çarşamba


Aynen öyle!
Çoğu bitti azı kaldı. Toplamda 157 gün sürmesi Mösyö tarafından ön görülen seyir fazımın 114'üncü gününe de girmiş bulunmaktayım. 19.6 kilo vermeye niyet ederek başlamıştım. Şimdi ise inanmakta zorluk da çeksem kaldı sadece 6-7 kilo :)
Bir PKOS zedenin azimle taşı delişi olarak tarihe not düşülsün istiyor bu çocuk! 

Azim derken de 20 kilo ve üzeri kilo vermeye çalışanlar için küçük bir rahatlatma notu düşmeden edemiyeceğim. Ben bunun sıkıntısını çok çekmiştim ilk başlarda. Gerçi iyi bişey mi yapıyorum bilmiyorum ama gerçekleri konuşmak lazım. Lütfen orda burda okuduklarınızla canınız sıkılmasın. Dukan uygulayıcılarının %90'ı hiç kaçamak yapmadım, yok balon etkisi bilmem ne diyip duruyorlar. Bünyeden bünyeye farklı tepkilerle karşılaşılması tabii ki göz ardı edilemez ama biliniz ki ben arada zaman zaman 1-2 gün bir iki defa da 1 haftalık Dukan araları vermiş bulunmaktayım işte iç rahatlatıcı neviinden notlar :